Kayıtlar

KIRLANGIÇ AĞLARSA ÖLÜR

   İçimde herkese ve her şeye dair bir öfke vardı, geçmiyordu. En çok da kendimeydi bu öfke. Yetişemiyordum, yetemiyordum hiçbir şeye. Neyi, neresinden tutsam hep elimde kalıyordu. Elle tutulur hiçbir şey başaramadım, hiçbir başarım yoktu.   Herkesin olduğu gibi benim hayatım da hep sorunluydu. Sürekli bir savaş içerisindeydim. Kendimle, çevremdekilerle, en yakınlarımla (en çok da kan bağım olanlarla)… ve ben artık bu savaşa dayanamıyorum, katlanamıyorum ve kaldıramıyorum. Benim savaşım bitmek üzere. Bazı savaşlardan galip çıkabildim mi bilmiyorum ama çoğunda kendi içimde yenilen hep bendim. Dışarıya kazandım dedim, içeriye yenildim… çok az kaldı, hissediyorum ve aslında biliyorum. Eğer onu da başaramayacak olursam, ne kendimi affederim ne de bundan sonra tek kelime ederim. Küserim bu dünyaya. Ve biliyorum, vazgeçmem. O şey gerçekleşene kadar devam ederim. Şu an benim tutunabileceğim hiçbir dalım yok. Bunu insanlara söylediğimde en büyük dalın ben olduğumu söylüyorlar, kendime tutunm

ACI MI, TATLI MI, EKŞİ Mİ?

   Acı, acı bir biber gibidir. Ama böyle bildiğimiz acılardan değil, öldüresiye yakan acılardan. Gözünden yaş akıtan, ağlatan cinsten. Geçsin diye su içersin, geçmez. Ekmek yersin, e o da geçirmez. Bir zaman sonra acı, yavaş yavaş yakmayı keser. Sonra da zaten alışırsın. Yemeye devam edersin. Bağımlılık gibi bir şey olur çıkar. Acının her hali acıdır ya hani. Duygusal ve fiziksel acıyı da bu şekilde ele alabiliriz.   Duygusal acılarımız ilk geldiğinde canı çok yakar. Kalbini yakar, ciğerlerini yakar, mideni yakar; her bir organını, her bir uzvunu yakar. Bir süre o acıyı tatmak zorundasındır. Geçirmek için belki de elinden yalnızca ölesiye ağlamak gelir ama yok, geçirmez. Sadece sakinleştirir. Bu sefer sigaraya, alkole başvurursun bir umutla ama onlar da belki de sadece bir süre unutturabilir sana acını. Ama bakın, ne unutturur diyorum ne de geçirir. Acı geçmez, bitmez çünkü. Zamanla alışırsın sadece. Acı bir yılana benzer. Yavaş yavaş gelir, senin içine yerleşir. Sinsice hareket eder

Bİ ÖNEMİ KALMADI

  Artık pek de bir önemi kalmadı. Yanımda olmalarının, bana el uzatmalarının, yardım etmelerinin, güzel sözlerinin, nasihatlerinin, ‘gel’ ya da ‘git’ demelerinin, dostluklarının, arkadaşlıklarının, anneliklerinin, babalıklarının, kardeşliklerinin, iyi niyetlerinin, umut vermelerinin, heveslendirmelerinin, bana bakmalarının ya da bakmamalarının, arayıp sormalarının, hediyelerinin, kutlamalarının, iyi dileklerinin, kötü dileklerinin, sevgi gösterilerinin, nefretlerinin, kinlerinin, düşmanlıklarının, suçlamalarının, hiçbirisinin de bir önemi kalmadı.   Peki bunların hiçbirisi umurumda mı? Hayır…   İstiyor muyum? Hayır…   İyiliklerine ihtiyacım var mı? Hayır…   Kötülüklerine ihtiyacım var mı? Hayır…   Artık birinden bir beklentim var mı? Elbette, hayır… Kırlangıç     

SEVİLMEMEK ÜZERİNE

    Hiç gerçekten sevilmemiş olmak o kadar kötü bir şey ki. O kadar iğrenç bir duygu ki, bir çöpmüşsün gibi hissettiriyor.   Neden mi? Şöyle anlatayım: Çünkü kimse seni gerçekten düşünmüyor. Kimse elini gerçekten, sıkıca tutmuyor. Hep yanındayım demekle de olmuyor çünkü asla kimse gerçekten yanında olmuyor. Bakıyorsun, özel günlerinde kimse yanında değil, kötü günlerinden bahsetmiyorum bile. Kimse, senin aksine, seni mutlu etmeye çalışmıyor ve tüm aile, arkadaşlık, dostluk, sevgi ilişkilerinde senin kadar çabalamıyor. Kimse de zaten senin kadar iyi niyetli hatta tabiri caizse enayi değil. Ki zaten olmasınlar da. Enayi olmak iyi bir şey değil çünkü. Deneyimlerimden yola çıkarak söylüyorum.   Şunu da söylemeden edemeyeceğim: Ben sevdim arkadaşlar. Gerçekten çok sevdim. Hep hissettirdim, herkes de çok iyi bilir. Ve asla değiştirilemeyecek ve unutulamayacak bir gerçek varsa, o da, kimse sevmeyecek benim sevdiğim kadar kimseyi; hissettirip, benim kadar çok değer vermeyecek.   Ama artık

SON ÇIKMAZ

  Geçmişsin ucu bucağı görünmeyen denizin karşısına. Her zaman masmavi olan deniz, bugün gri, hırçın ve üstün. Dalgalar boğum boğum. Dalgalar sert, dalgalar büyük, dalgalar korkutucu… Beyninin içinde bin bir türlü kişilikle beraber karşısındasın denizin. Birisi diyor ki “Bırak kendini dalgalara. Bırak alıp götürsünler seni. Bırak, boğsunlar.” Diğeri dalgaların o ahenkli görüntüsünde kaybetmiş kendini ve gülümsüyor. “Ne kadar güzel.” diyor, ”Sanki dans ediyorlar.” Bir diğeri ise boş boş bakıyor. “Ne diyor bunlar?” diyor. “Alt tarafı dalga.” Diğeri, diğeri, diğeri derken hepsi konuşuyor kafanın içinde… Hepsi de ayrı teranede. Hepsine de birer tokat sallayıp dönüyorsun sırtını dalgalara. “Ulan” diyorsun “Yemişim dalgasını, yemişim duygusunu, yemişim hissettirdiğini.” Yakıyorsun bir sigara, hepsini de def ediyorsun.     Yürüyorsun ıslak kumsalda. Yüzüne vuruyor her bir yağmur damlası. Gizlenmiyorsun, saklanmıyorsun yağmurdan. Aksine, ıslanmak istiyorsun. Belki de tüm günahlarını, tüm hatal

TIR TEKERİ

  Koca bir tır tekeri gibi hissediyorum kendimi. Üzerimde tonlarca yükle, kilometrelerce yol katetmek zorundayım. Pes etsen, edemezsin. Ben o kadar yolu bu yükle gitmek istemiyorum desen, diyemezsin. Patlasan, her şey biter, onu da yapamazsın.    Ama zorundasın. Dönmek zorundasın. Başka çaren yok. Boş boş dönmek zorundasın. Kimse de söylemez ki "Durun! Bu teker dinlensin." Tırı kullanan dinlenmek isterse ya da durursa ancak o zaman dinlenebilirsin. Bir seçim hakkı verilmez sana. O ister dönersin, o ister durursun. Ama... Bir gün bir yerde patlayacak olduğunu da çok iyi bilirsin. Bu nerede, ne zaman, kime, nasıl olur bilinmez ama patlayacaksın. Bu kadar yüke zaten istemesen de patlarsın. Sadece nerede, nasıl olur bilemezsin, o kadar... Kırlangıç     

SUÇLU

  Karanlık dünyamın içinde hep “neden her şeyde ben suçlu çıkıyorum?’ sorusuyla yaşadım. Sonra bu cümle çıktı karşıma. İçimde birleştiremediğim kelimelerimin birleşmiş haliydi. Bunu da öylesine söylemiyorum, gerçekten söylüyorum. Annemin suçlamaları, babamın düşmanına söylermişçesine söylediği sözleri, en yakın dostlarımın gereksiz hareketleri… Hep düşündüm ben ‘Neden?’ diye. Sanki ben tüm bu herkesin stres topuydum. Tüm herkes bana kinini kusabilirdi, ben hiç kimseye tek kelime edemezdim. Hayır dostlarım. Onlar nasıl ki babalarının prensesiyse ben de kendi başıma bir prensestim. Onlar nasıl ki sözlerini düşünmeden dile getirip bir bıçak misali deşmesine izin veriyorsa ben de verirdim. Onlar nasıl ki gönül rahatlığıyla kendilerini aklamak için karşısındakini suçluyorsa ben de suçlayabilirdim.    Yaptıklarına ve hatta gelecekte yine aynı şeyleri yapacaklarına iznim yok artık. Maymun gözünü açtı. Haksızsam boynum kıldan ince, gereken her şeyi yaparım ama haklıysam da sözlerim bıçaktan ke